Bir insanı fiziksel olarak aşağılamanın ne olduğunu ve nasıl hissettirdiğini hayatımızın bir döneminde -en azından ergenlikte- yaşamışızdır. Sizi bugün tanıştıracağımız kadın yani Sarah Baartman ise 26 yıllık yaşamının tamamını bu zorbalıklarla geçirdi.
Sarah Baartman’ın hayatı, trajik bir yaşam hikâyesinden çok daha fazlasını içeriyor. Baartman, 19. yüzyılda Güney Afrika’dan Avrupa’ya taşınan ve orada “Hottentot Venus” adı altında sergilenen bir kadındı.
Evet, yanlış duymadınız; vahşi hayvanlarla birlikte sirklerde sergilenen bir kadındı. Ancak bu sadece bir sergi değildi. Bu; ırkçılık, cinsiyetçilik ve insanlık onuruna yönelik bir saldırının da simgesiydi.
Sarah Baartman’ın öyküsü, 1789 yılında Güney Afrika’da doğmasının hemen ardından başlayan trajik olaylarla insanlığın karanlık yüzünü gözler önüne seriyor.
Bu dönem, Fransız İhtilali’nin yaşandığı yıl olarak tarihe geçerken Baartman’ın yaşadığı hüzünlü olaylar, bir kişinin sadece doğduğu coğrafya ve anatomisi nedeniyle nasıl acımasızca sömürülebileceğini gösteriyor.
Sarah Baartman’ın “suçu,” Güney Afrika’da bir kabilede doğmak ve büyük bir kalçaya ve cinsel organa sahip olmaktı. Onun “keşfi,” Avrupa’ya götürülüp sergilenmesi ve ardından yaşadığı trajik ölüm, insanlık tarihindeki karanlık anlardan biri olarak öne çıkıyor. Ancak bu durum, Baartman’ın ölümünden sonra bile bedeninin sömürülmesiyle sona ermedi, ermeyecek.
1789 yılında, Güney Afrika’da dünyaya gelen Sarah Baartman, Khoikhoi halkının bir alt grubu olan Griqua Kabilesi’ne mensup olarak doğdu.
Genç kadının yaşamı, ailesinin İngilizlerle Hollandalıların koloni mücadelesinde hayatını kaybetmesiyle hüzünlü bir döneme girdi. İki yaşındayken ailesini kaybetmek, yaşadığı ilk kayıptı. Bu esnada Sarah’ın da yaşam öyküsü, bir siyahî tüccar Willem Cezar’ın ‘sahiplenmesiyle’ yeni bir yöne evrildi.
Cezar, Sarah’ı alarak Cope Town’daki çiftliğinde köle olarak çalıştırmaya başladı. Sarah, bu dönemdeki yaşamında koloni mücadelelerinin ve kölelik sisteminin acı gerçekleriyle yüzleşti. Ancak tüm bu zorluklara rağmen, Baartman’ın hayatındaki en trajik dönemler henüz başlamamıştı.
İnsanlık dışı yaşamından kaçıp özgürlüğüne kavuşma umudu taşıyan Sarah’ın kaderi, çiftlikte çalışırken bir İngiliz asker ve hekim olan William Dunlop tarafından fark edilmesiyle daha da kötüleşti.
William Dunlop, Cape Town’daki bu çiftlikte görevli olarak bulunuyordu. Sarah’ın vücudu dikkatini çekti ve bedeninin Avrupa’da ilgi çekebileceğini düşündü. Bu düşünceyle onu çiftlikten satın alarak Londra’ya götürme fikrini benimsedi. Bu esnada genç kadına verdiği vaatler de Sarah’ı ikna etmeye yetmişti. Bu vaatlerden biri de bedenini araştırıp tedavi etmekti.
Ancak aldığı bu karar, onu bir sergi objesi haline getirecek ve trajik bir yaşam hikâyesine yol açacaktı.
Londra’ya getirildikten sonra yaşadıkları tamamen insanlık dışıdır.
21 yaşındaki Sarah, sergilenmek üzere Londra’ya getirildi. Öncelikle hekimin Sarah’a verdiği vaatlerden biri olan “araştırma konusu” olması gerçekten de gerçekleşti. Fakat bu, oldukça kısa sürdü ve çok geçmeden sirk hayvanlarıyla birlikte sergilenmeye başladı.
1810’da Londra’nın Piccadilly bölgesinde, Khoikhoi kökenli Sarah Baartman, Avrupalıları cezbetmiş vücut yapısıyla müze ve sirklerde sergileniyordu. Aslında bu vücut yapısı, Sarah’ın kabilesinin doğal bir özelliğiydi; zira Khoikhoi kadınlarının genellikle büyük kalça ve cinsel organlara sahip olduğu bilinirdi.
Ancak Avrupalı izleyicilerin ilgisini çekmek amacıyla Sarah’a uygulanan sergileme pratiği oldukça rahatsız ediciydi. Tüm bedeni dar bir kıyafetle kapatılırken yüzü boyanıp takılar takılarak dansa zorlandı. Bu sergilenme sırasında izleyicilerin hakaret ve tacizleriyle karşılaşması, Sarah’ın Londra’daki yaşamını 1810 ile 1814 yılları arasında tamamen çekilmez bir hâle getirdi.
Bu dönem, Sarah’ın sadece fiziksel özellikleriyle zorbalanmasına değil; aynı zamanda kültürel kimliğinin suiistimal edilmesi ve insanlık dışı muameleye maruz kalmasına da yol açtı.
Avrupa’da “Hottentot Venüsü” olarak ün kazanmıştı, bu ise onun vücut yapısının Avrupalıların egzotikleştirici ve ırkçı bakış açısına uyan bir obje olarak sergilenmesiyle ilgiliydi. Antik Yunan mitolojisindeki güzellik ve aşk tanrıçası olan “Venüs” kelimesinden geliyor bu sıfatı da.
1814 yılında, Paris’teki bir vahşi hayvan bakıcısına satılması, onun hikâyesinin acı bir devamıdır. Reaux adındaki vahşi hayvan bakıcısı, Sarah’ı aynı dehşet verici şartlarda sergilemeye devam etti. Aynı zamanda çiftlikten Sarah’ı vaatleriyle kandırıp alan sömürgeci Dunlop, Sarah’ın imzasının bulunduğu sahte bir belge göstererek kendisine vahşice hiçbir uygulama yapılmadığını iddia etti, nitekim başarılı da oldu. Bu zorbalığa karşı başarısız mücadele girişimi de sekteye uğrayınca Sarah, genç yaşta kendisini alkole verdi.
Paris’te sergilenmeye devam ederken aynı zamanda beyaz erkeklere satılmaya da başlandı.
Bütün bu yazdıklarımız bir çırpıda ağzımızdan çıkıyor fakat yaşaması ne kadar acı verici tahmin etmesi bile zor. Bir gergedanla aynı kafeste sergilenip sözde sahibinin emirlerine göre bir hayvan gibi oturup kalkması onu dönülmez bir noktaya sürükledi. Çünkü Sarah, henüz 26 yaşında alkolizmden dolayı hayata veda etti.
Öldüğünde her şey bitti sandınız değil mi? Hayır. Öldüğünde de bedenine olan istismar asla bitmedi. Ölümünden daha 24 saat geçmeden Napolyon’un doktoru George Cuvier, bedenini incelemek için parçaladı. Beyni ve cinsel organı çıkarılarak Paris’teki Musee I’Homme’da sergilenmeye başlandı, sonra bedeninin içi doldurularak aynı şekilde müzeye kaldırıldı.
1950’lerin başında Güney Afrika’nın Griquas Kabilesi, Sarah’ın en azından kendi topraklarına gömülmesi talebinde bulundu. Ancak Fransız yasalarına göre, Fransız müzelerinde sergilenen tüm eserler Fransa’ya aittir gerekçesiyle bu talep geri çevrildi ve Sarah Baartman’ın bedeni, ölümünden sonra bile suistimal edilmeye devam etti. Bu da insanlık tarihinin kara bir lekesi olarak kaldı.
Konuyla ilgili daha fazla bilgi edinmek isteyenler Vénus Noire filmini izleyebilir.